
KOÇ’UN ARDINDAN…
21 Ocak 2016 günü büyük bir acı yaşadık. Koç ailesinin büyük oğlunun aramızdan bu kadar çabuk ayrılması hepimizi; iş, sanat camiasını derinden sarstı. Ne yapılabilir gideni döndürmek için hem de mümkün değilken? Yapılabilecek en güzel şey yas tutmak ardından, yad etmek, varsa vasiyetini gerçekleştirip bıraktıklarını korumak. Çok güzel bir sözü vardı Mustafa Koç’un:
” Bizi sanat ve kültür kurtaracak.” Rahmetli’nin bu sözü, aklımdan hiç çıkmıyor.
Her zaman neşeyle gittiğim Pera Müzesi’nin kapısından, bu kez buruk giriyorum. Suna ve İnan Kıraç Vakfı Koleksiyonu seçilmiş başyapıtlarının sergilendiği kata çıkıyorum. Osman Hamdi’nin sergisi var. Hem hüzünlü hem meraklı, başlıyorum sergiyi gezmeye.
Osman Hamdi, 1842 yılında bir sadrazamın oğlu olarak dünyaya geldi. İlköğrenimine Beşiktaş’ta başladı. Sanırım ona sempati duymamın en önemli sebebi, öğrenim hayatına en sevdiğim semtlerden birinde adım atmış olması. Daha o dönemde kara kalem desenleriyle adeta ‘ben geliyorum’ demiş Osman Hamdi. 18 yaşına geldiğinde, sanatçı kişiliği bir yana dursun, Tercüme Odası memurluğunda işe başladı, ardından da devlet bursuyla Paris’te bulunan Mekteb-i Şahane’ye gönderildi. Paris’e gitmesi büyük bir şanstı aslında çünkü orada sanatı tetikleyen o kadar çok unsur var ki…
Osman Hamdi de Paris’te kaldığı süre zarfında, Paris Dünya Sergisi’nde eserleriyle boy gösteren ilk Türk oldu. Hep devlet kurumlarında, farklı işlerde çalışsa da Osman Hamdi, sanatçı kişiliğinden hiç ödün vermedi. Bunu da İstanbul’a kesin dönüşü sırasında biri Türkçe diğeri Fransızca iki tiyatro eseriyle kanıtlamış oldu. 1873 yılında yine bir denetleme görevi verildi O’na ama bu seferki diğerlerinden farklıydı. Bu görev, Viyana Dünya Sergisi için yapması istenen sergi komiserliğiydi. 1878 yılı ise onun için tam anlamıyla yol ayrımı demekti. O yıl sırf resme vakit ayırabilmek için o dönemki son görevi Galat ve Pera bölgesi reisliğinden istifa etti. Bundan sonra da daha sık resim yapmaya, sergiler düzenlemeye devam etti. Hani o şimdi Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak bildiğimizi denize nazır güzel okul var ya; onun kurucusudur Osman Hamdi…
Osman Hamdi, yaşamı boyunca birçok nişana, Amerika ve Avrupa üniversitelerinden verilen fahri doktora unvanlarına layık görüldü. Bir kış günü; 24 Şubat 1960 tarihinde vefat etti. Bu vefat haberini hem İstanbul hem batı, büyük üzüntüyle karşıladı. Her şey bir yana çok mütevazı bir kişiliği vardı. Bu kadar çok sevilmesinin esas sebebi de budur belki kim bilir…
Birileri der ki; memuriyet, sanatı, yaratıcılığı öldürür . Böyle olmadığının kanıtıydı Osman Hamdi’nin eserleri ve hayatı. Çok yönlü kişiliğiyle resim, arkeoloji, müzecilik gibi birçok alana katkılar yaptı büyük Osmanlı aydını. Sergide Osman Hamdi’nin meşhur ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ ve diğer eserleriyle birlikte aktarılan bilgiler, Mustafa Koç’un vefatına duyduğum üzüntü konusunda en azından bir huzur hissetmeme neden oldu ve gidenin ardından yas tutulabilir sadece şeklindeki bakış açımı değiştirdi. Türkiye aydını Mustafa Koç öncülüğünde açılan bu müze sayesinde, Osmanlı aydını Osman Hamdi’nin hayatı hakkında bilgi sahibi oldum, eserlerini yakından görme fırsatı buldum. Artık o hüzün teşekkür ve sevgiye dönüşmeliydi. O yüzden diyorum ki; hoşça ama sevgiyle kal büyük patron. En başta söylediğim senin o sözün, beyinlere, kalplere kazınmalı bence:
”Bizi sanat ve kültür kurtaracak.”








