
Bir Garip Orhan Veli
Varlık dergisi, Garip akımı, kendisiyle birlikte üç kafadar, uysal ama şiire gelince esip gürleyen üç can dostu desem kim gelir aklınıza? Biraz daha ilerlesem 36 yaşında neyi varsa -ki dizelerinden, okudukça içinde kendinizi bulduğunuz kitaplarından ve bir iki trençkotundan başka bir şeyi olmayan kendini garip diye niteleyen- bırakıp giden şair, İstanbul’u dinleyen şair desem kimi anarsınız? Evet o, bir garip Orhan Veli…
Orhan Veli kendine garip derdi demesine ama o şiirleri, o kuvvetli kalemi, mutevazı neşeli kişiliği O’nu bu dünyanın en zenginlerinden yapmıştı aslında. Erken yaşta bu fani dünyayı bıraktıktan sonra da onu ölümsüz kılan edebiyat merakı daha ilkokul sıralarında başladı. Hatta o dönemde Çocuk Dünyası isimli dergide bir öyküsü basıldı.
Ortaokul yıllarında hayatında ona yol arkadaşlığı edecek biriyle tanıştı. Oktay Rıfat Horozcuydu bu kişi. Ne tesadüftür ki Horozcu’nun da edebiyata olan merakı en az Orhan Veli kadardı. Aslında tesadüf demek çok yanlış, evrende her şey birbirine bağlı. Orhan Veli’nin kaderini de parmaklarıyla tuttuğu kaleminden dökülenler belirleyecekti. Bu dönemde bir diğer yol arkadaşı da girdi O’nun hayatına; Melih Cevdet Anday. Üstelik Veli çok da şanslıydı çünkü edebiyat öğretmeni Ahmet Hamdi Tanpınar’dı. Çok şey öğrendi ondan çok, şiire dair, hayata dair. Şiir hayat demek değil miydi zaten onun için?
Lisede tiyatroyla da ilgilendi Orhan Veli, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi felfese bölümüne girdi girmesine ama yarıda bırakarak oradan ayrıldı. Üç kafadar dememiş miydim size? Bu üç şair neredeyse ilk adımlarını Varlık dergisinde attı. Gençlerdi, kararlılardı, halktanlardı en önemlisi de şiire tutkuyla bağlılardı.
”Sizin için insan kardeşlerim;
Cephelerde harcanan kurşun;
Sizin icin mezarlar, mezar taşları,
Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları;
Sizin için;
Her şey sizin için.”
Halktanlardı dedim evet. Çünkü özellikle Divan edebiyatının o süslü, saray konularıyla dolu şiirinden uzaktalardı. Hatta Orhan Veli kafiyeyi ve aruz veznini kullanmadı. Şiir yazmak için bunlara gerek olduğunu düşünmüyordu. Bunlara rapmen bile ‘burjuva’ olarak niteledirildiği oldu inanabiliyor musunuz? Yine de O konularında Galata köprüsündeki balıkçıları, testicinin elini, postacının ayağını,kimi zaman Süleyman Efendi’yi çocukları işliyordu.
”Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne gördük ne ettik şu fani dünyada kötülükten gayrı?
Ölünce kirlerimizden temizlenir, ölünce biz de iyi adam oluruz…”
derdi Orhan Veli, ölümden korkmazdı. Şairin pek çok şiiri O’un ölümünün ardından farklı sanatçılarca bestelendi.okundu.Ama özellikle Müşfik Kenter’in sesinden Kitabe-i Sengi Mezar şiirini dinleyin hatta hemen şimdi. Şiirin sonlarına doğru bakın ne kadar doğru söyler, tüyleri diken diken eder Veli:
”Öyle bir rüzgar ki kendi gitti ismi bile kalmadı yadigarın,
Yalnız şu beyit kaldı kahve ocağında, el yazısıyla:
Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı.’’
–
Tahta Bacak, Demir Yürek