
Süleyman Seba Anısına
” Dostlarım, ah dostlarım! Ben en çok onlardan korkarım…”
Spor yöneticisi, Mit eski mensubu, Türk futbol camiasının ekol isimlerinden, yalnızca Beşiktaş’lıların değil, Galatasaray’lıların, Fenerbahçe’lilerin ve her takımdan herkesin sevdiği başkan; Süleyman Seba… 5 Nisan, O’nun doğum günüydü. Her hafta en azından bir kere geçtiğim Süleyman Seba Caddesi’de, O’nu düşünerek yürüdüm o gün…
Seba, Sakarya’lı. 1926 yılında Hendek’te doğdu. İstanbul ile tanışması, lise yıllarına denk geliyor. Her ne kadar lise öğrenimine Türkiye’nin en iyi okullarından Galatasaray Lisesi’de başlasa da, yine en gözde okullardan Kabataş Erkek Lisesi’de devam etti. Bu durum, Seba’nın futbolla tanışmasına neden oldu. O’na futbolu sevdirenler, Ortaköy’ün Kabataş’lılarıydı.
Beşiktaş Genç Takımı’na girdiği o yıllarda, mensubu olduğu kulübün efsane başkanı olacağını bilmiyordu. Hem nereden bilebilirdi ki? Öyle bir hırsı var mıydı? Hiç sanmıyorum, o kadar mütevazı bir kişiliğin en yükseklerde gözü olduğunu. Ama böylesine güzel bir yürek, zirveyi haketmez mi? Kader de O’na seneler sonra hakettiği yeri verdi; büyük bir şoktan sonra…
1947’de, İnönü Stadyumu‘nun açılışı dolayısıyla Beşiktaş ile İsveç‘in AIK takımı arasında bir maç yapıldı. O maçta, bu stattaki ilk golü atarak tarihe geçti Seba. Parlak bir futbol kariyeri olacağı düşünülürken, işte hayatını değiştirecek, daha doğrusu dönüştürecek o şoku yaşadı; sakatlığı sebebiyle yirmi sekiz yaşında aktif futbol hayatına veda etti. Belki de eski bir MİT mensubu olmanın verdiği özellikle vazgeçmedi Beşiktaş’tan; yani sevdasından. 1957’de kulübe üye oldu. Artık sahalara çıkamayacaktı ama Beşiktaş, hayatının hep merkezinde olacaktı.
Altı yıl sonra artık yönetim kurulundaydı Seba. Başkanlığı döneminde belki her gün önünden geçtiğiniz BJK Plaza, Fulya Stadı, BJK Koleji gibi birçok yapı inşa edildi, birçok kupa kazanıldı. Tarihe geçti Seba. Tüm bu kupalar, yapılar bir yana, aslında O’nun adını tarihe; en önemlisi gönüllere yazdıran, Beşiktaş’ta taktığı o şık kasketiyle mütevazı yürüyüşü, sevenleriyle beş dakika değil saatlerce sohbet edecek kadar insan sevgisi, babacanlığı, efendiliğiydi.
Dostları vardı O’nun; seven, sayan, koruyan bazan istifa et diyecek kadar kıran. Ama o bilirdi gerçeği, bilirdi insanoğlunu. Şöyle derdi hatta: ”Dostlarım, ah dostlarım! Ben en çok onlardan korkarım…”